Dağ Gibi Düşünmek
Derin, güçlü bir feryat kayadan kayaya yankılandı, dağdan aşağıya yuvarlandı ve gecenin karanlığına karıştı. Bu haykırış, vahşi, meydan okuyan bir ıstırabın infilak edişi ve dünyanın bütün sıkıntılarına karşı bir küçümseme idi. Yaşayan her şey (ve belki de birçok ölü) bu çağrıya kulak verdi. Bu çağrı, geyik için tüm bedenlerin yolunun hatırlatıcısı, çam ağacı için gece yarısı boğuşmalarının ve kar üzerindeki kanın habercisi, çakal için artıkları toplama fırsatı, inek çobanı için ekonomik bir tehdit, avcı için ise mermiye karşı dişin mücadelesi anlamına geliyordu. Yine de tüm bu açık ve doğal umutların ve korkuların ardında sadece dağın bildiği bir anlam yatıyordu. Sadece dağ kurdun ulumasını tarafsız şekilde dinleyecek kadar uzun yaşamıştı.
Bu saklı anlamı idrak edemeyenler en azından onun orada olduğunu biliyorlardı, çünkü bu anlam tüm kurt ülkesinde hissedildi ve bu ülkeyi diğer yerlerden ayıran şeydi. Gece kurdun sesini duyanların ve gündüz izlerini görenlerin tüylerini diken diken eden şey bu anlamdı. Sesi duyulmasa da kendisi görülmese de yüzlerce ufak olay kurdun varlığını hissettirir: gece yarısı bir atın kişnemesi, yuvarlanan taşların sesi, kaçan bir geyiğin sıçrayışı, gölgelerin ağaçların altında yayılışı. Öğrenmekten aciz bir acemi, ne kurtların varlığına ve yokluğuna dair işaretleri okuyabilir, ne de dağların kurtlar hakkında gizli bilgilere sahip olduklarının farkına varabilir.
Benim bu konudaki fikrim bir kurdun ölümünü gördüğüm tarihe uzanır. Dibinde çalkantılı bir nehrin dirsek yaptığı yüksek bir kayalıkta öğle yemeği yiyorduk. Bir dişi geyiğin göğsüne kadar beyaz suyun içinde taşkın nehrin sığ yerinden geçmeye çalıştığını gördüğümüzü düşündük. Nehrin bizim tarafımızdaki kıyısına tırmanıp kuyruğunu salladığında hatamızı fark ettik: geyik değil bir kurttu. Yarım düzine büyücek yavru söğütlerin arasından fırlayarak kuyruklarını sallayıp oyunbaz hamlelerle yeni geleni karşıladı. Karşımızda gördüğümüz şey, bulunduğumuz kayanın dibinde, açık alanın ortasında debelenip oynaşan bir yığın kurttu.
O günlerde, bir kurdu öldürme fırsatının geri çevrildiğini hiç duymamıştım. Saniyeler içinde sürüye kurşun yağdırıyorduk, hedef gözetmekten ziyade heyecanla. Tüfeklerimiz boşaldığında yaşlı kurt vurulmuştu ve bir yavru bir bacağını geçilmez kayalara doğru sürüklüyordu.
Yaşlı kurdun yanına inip gözlerindeki vahşi yeşil ateşin sönüşünü izledik. O zaman farkına vardım, ki o zamandan beri de bunun farkındayım, o gözlerde benim bilmediğim bir şey vardı; sadece kurdun ve dağın bildiği bir şey. O zamanlar gençtim ve kıpır kıpırdım; daha az kurdun daha çok geyik demek olduğuna inandığım için kurdun yokluğunun avcının cenneti olduğunu sanıyordum. Ancak yeşil ateşin öldüğünü gördükten sonra ne kurdun ne de dağın bu görüşe katılmadığını hissetmeye başladım.
O günden beri eyaletlerin birbiri ardına kurtları yok ettiğini görecek kadar yaşadım. Yakın zamanda kurtlardan arınmış birçok dağın yüzünü izledim ve güneye bakan eğimlerin yeni geyik patikalarıyla kırıştığını gördüm. Yenilebilir tüm çalılıkların ve fidelerin yendiğini ve yok olduğunu gördüm. Yenilebilir tüm ağaçların köreldiğini gördüm. Kurtsuz bir dağ, sanki biri Tanrıya devasa bir budama makası vermiş de artık sadece o makası kullanmasını söylemiş gibi gözüküyordu. Sonuç ise umutla beklenen geyiklerin açlıktan kurumuş kemikleri ve yükselen ardıçların altındaki küfler oldu.
Şimdi ise anlıyorum, nasıl ki bir geyik sürüsü ölümcül kurt korkusu içinde yaşıyorsa, dağ da geyikler için aynı korkuyu duyuyor. Ve belki de daha geçerli bir nedenle, çünkü kurtlar tarafından avlanan bir geyiğin yeri iki-üç senede dolarken birçok geyik tarafından tüketilen bir alanın yenilenmesi onlarca yıl buluyor. Ve aynısı inekler için de geçerli. Kendi alanını kurtlardan temizleyen çoban, kurtların aslında inek sürüsünü o alana uygun hale gelmesini sağlayacak şekilde avlandığını bilmiyor. Bir dağ gibi düşünmeyi öğrenemedi. Bu nedenle elimizde sadece kurak araziler ve geleceğimizi denize taşıyan nehirler kaldı.
Hepimiz güvenlik, zenginlik, rahatlık, uzun yaşam ve konfor için çabalıyoruz. Geyik çevik bacakları ile, çoban tuzak ve zehirleri ile, devlet adamı kalemi ile, çoğumuz ise makineleri, oyları ve paraları ile, ama hepsi aynı yere varıyor: kendi çağımızda huzur. Ancak çok fazla güvenlik uzun zamanda sadece tehlike yaratıyor. Belki de Thoreau'nun özdeyişinin anlamı budur: Dünyanın kurtuluşu yabanıldadır. Belki de kurdun ulumasındaki derin anlam budur, sadece dağların bildiği ama insanın göz ardı ettiği.
Bu yazı Aldo Leopold’un Thinking Like a Mountain adlı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.